Muzaffer Akyol (1945 – Trabzon)

"Yüklendim narımı düştüm yollara..."

Özgeçmiş


1945 yılında Trabzon’da doğdu. 1968-1969 öğretim yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesine girdi . 1973- 1974 öğretim yılında mezun oldu. Bir süre resim öğretmenliği yaptı. Sanatçı, çevreden ve güncel yaşamdan seçtiği konuları, kendine özgü yorumlamakta, toplum ve gelenek ilişkisine görsel-eleştirel bir tavırla yaklaşmaktadır. Ortak bir yaşam alanı olarak ele aldığı doğayı bazen abartılı, bazen yalın bir üslupla kurgulayarak düş ve gerçek arasında köprü kurmaktadır.

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 53 kişisel sergi ve yurtdışında; Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya ve Hollanda’da 5 kişisel sergi açan Muzaffer Akyol, yaşamını ve çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir. Asmalımescit’te 16 yıl önce açtığı atölyesini müze-eve dönüştüren sanatçı, beş katlı müze-evde 50 yıllık sanat yaşamının yakından görülmesini mümkün hale getirmiştir.

Zeytin ve nar ağacı sevdalısı olan Muzaffer Akyol nar ile ilgili düşüncelerini şöyle anlatır: “Nar benim vazgeçilmezlerimdendir... Şimdi içinde yüzlerce taneciği birbirlerini üzmeden, birbirlerini kırmadan, birbirlerini sömürmeden ve aralarındaki saydam zardan birbirlerini görecek şekilde yaşatan bir form nar. Nar doğurganlığın, çoğalmanın sembolü. Bu anlayış insanlık ailesinin özlediği, beklediği demokrasiyi, ayrımcılığa karşı ve birlik olmayı, insanların birbirlerine saygılı olup ve birbirlerine karşı dostluk köprülerini kurup birbirleriyle alışveriş halinde bulunmasını yansıtmaktadır”.

Rastgele / 2015
130 Yıllık Ahşap Dolap Kapağı Üzerine Akrilik ve Yağlıboya / 62x146 cm

Rastgele / 2015
130 Yıllık Ahşap Dolap Kapağı Üzerine Akrilik ve Yağlıboya / 62x146 cm

BENİM AYVALIK’IMDA ZEYTİN AĞAÇLARI, YAĞ FABRİKALARI, BACALAR, KEDİLER, BALIKLAR VE NARLAR ÖNE ÇIKIYOR


-Ben bir köy çocuğuyum. Trabzonluyum. On iki çocuk doğuran bir ananın evladıyım. İki kardeşim küçük yaşta öldü. On çocuk bir köy atmosferinde büyüdük. Annem okuma yazma bilmiyordu, babam okumayı askerde öğrendi. Annem çok yoğun duygulu bir Anadolu kadınıydı. Hoşgörüsü, sevgisi, saygısı herkesi çok etkilerdi. Uzun yaşadı, doksan dokuz-yüz yaşında rahmetli oldu.

Benim resim merakım dedemin beni camilere götürmesiyle başladı. Duvarlardaki, tavanlardaki süslemelere, yazılara bakar, “Bu insanların ne kadar uzun kolları varmış!” diye düşünürdüm. Sonra eve geldiğimde kömürle, kiremitle bunları taklit ettiğimi hatırlıyorum. Bu sevgi ilkokulda da devam etti. Trabzon Lisesi’nden sonra gittiğim öğretmen okulunda aşka dönüştü. Sevginin yoğunlaşarak yüceldiğinin ve içimde büyüdüğünün bir itirafıdır bu...

Öğretmen okulunu bitirdim ve Trabzon’un köylerinde üç-dört yıl öğretmenlik yaptım. Ardından akademi sevdası beni İstanbul ‘a çekti. Akademi’ye geldiğimde yaşıtlarım benden üç dönem ilerdeydi. Çok çok küçükken başlayan ‘çiziktirme’ sevgisi yoğunlaşıp sevdaya, aşka dönüşünce dünyanın en büyük okyanusu ya da dünyanın en büyük maratonu olan sanat maratonunda ben de varım demek için yola çıktım. Adı konmamış bir okyanustur bu. Bu okyanusta binlerce yıl insanlar kendi kürekleriyle yol alır. Gittiği yere kadar gider. Sonra arkasından gelen bunu sürdürür. Bu okyanusu, altını çiziyorum, tamamlayan olmadı. Ne Leonardo, ne Boticelli, ne Bedri Rahmi, ne şu, ne bu... Hiçbiri bu sanat maratonunu bitirmemiştir. Ötesi yoktur bunun. Önemli olan namuslu olmaktır. Can Yücel’in dediği gibi, “Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi!”

Ayvalık’a ilk kez 1975 yılı yazında geldim. Burhan Uygur’la birlikte... Ayvalıklı bir hanımefendi olan Gönül Karaca ile evlenen Orhan Peker’i kutlamak için... Peker’in sahilde mükemmel bir atölyesi vardı. Gönül hanımı da ilk kez orada tanıdım. O günlere döndüğümde aklıma bir at hikâyesi geliyor. Şöyle: Orhan Peker at resmi yapmak istiyor ve bu düşüncesini Gönül hanımla paylaşıyor; “Modelim yok Gönül!” diyor. Gönül hanım da at pazarına gidiyor, bir at kiralayıp atölyeye getiriyor. Böylece, o günden başlayarak Orhan Peker at kompozisyonlarına yoğunlaşıyor.

1977’de askere gittim. 78’de bitti. 80 yılı başlarında, yani Türkiye’nin kaoslu günlerinde bir yaz Ayvalık’a sadece gezmek için geldim. Geliş nedenlerimden biri de aziz dostum Prof. Aykut Kazancıgil hocayı görmek ve Ayvalık’ta birkaç gün geçirmekti. Sonra 1985 yılında Aykut beyin daveti ve himayesiyle kumlar üzerinde bir sergi yaptık. İlginçtir, hiç ummadığımız bir sonuçla karşılaştık. Gerçekten çok şık hanımefendilerin, beyefendilerin yoğun olarak ilgi gösterdiği bir sergiydi. Yaz olmasına rağmen hanımlar şıkır şıkır giyinmişti. Hoş bir manzaraydı. Bu sergi Ayvalık’a daha da çok bağlanmama yol açtı. Ayvalık merkezdeki mimari ve özellikle kapı formları ve kapı tokmakları beni fazlasıyla etkilemişti. Her birinin harmonisi, farklı bir anlatım dili var. Tokmakların desenlerini çizdim. Kapıların o çekici, o gizemli kompozisyonlarını çizdim. Ve bu kapılara ve kapı tokmaklarına dair dostluk hissettim. Beni çeken ‘görsel enerji’nin bu mimari yapılar olduğunu hep söyledim. Bir kez daha vurgulayarak sizinle de paylaşmak isterim.

Doğanın Şiiri ve Narın Sırrı / 2018
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 140x150 cm

Ayrışma ve Gerilim / 2018
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 80x120 cm

Aşka Dair Şiir Okuyan Gezi Narı / 2018
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 120x100 cm

Nirvanada Nar Ailesi ve Ebedi Denge / 2010
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 180x150 cm

Ayvalık Anılarım / 2017
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 70x50 cm

Zeytin Ağacının Yürek Portresi / 2019
Oval Ahşap Üzerine Üzerine Akrilik-Yağlıboya / Çap:50 cm

RESMİME AYVALIK’LA İLGİLİ, AYVALIK’I İLGİLENDİREN OBJELERİ ALDIM


Elbette, Ayvalık’ın zeytin ağaçları da çok etkiledi beni... İlk zeytin ağacı resmimi Ayvalık’ta yaptım. Zeytin ağacının ironisini, psikolojik boyutunu, söylemleri ve ölmez ağacı olduğunu onlarla konuşarak paylaştım. Şunu söylemem bir tevatür değildir: Özellikle Cunda’da, adanın en yaşlı, sekiz yüz elli yıllık olduğu söylenen zeytin ağacına bir yaz akşamı gidip geceyi orada, onunla geçirdim. Böylece zeytinle, zeytin ağacıyla aramda bir gönül dostluğu, bir köprü oluştu.

İlerleyen zamanda Aykut Kazancıgil hocanın yaptığım zeytin ağaçlarını görmesiyle ağaçların felsefi ve toplumsal boyutunu da yaşamış oldum. Hoca, “Bu ağaçların yaprakları yaprak değil, bunlar el!” dedi. Ellerin emeğin, mücadelenin birer simgesel güç yoğunlaşması olduğunu da böylece yaşamış oldum. Bütün bunların yanında Ayvalık’la ilgili, Ayvalık’ı ilgilendiren diğer objeleri de resmime aldım. Bunlar yağ fabrikaları ve bacalar, Ayvalık kedileri, balıklar ve narlardı.

Nar benim vazgeçilmezlerimdendir... Şimdi içinde yüzlerce taneciği birbirlerini üzmeden, birbirlerini kırmadan, birbirlerini sömürmeden ve aralarındaki saydam zardan birbirlerini görecek şekilde yaşatan bir form nar. Nar doğurganlığın, çoğalmanın sembolü. Biraz önce söylediğim anlayış insanlık ailesinin özlediği, beklediği demokrasi, ayrımcılığa karşı olma, birlikte olma, bir arada olma, birbirlerine saygılı ve birbirlerine karşı dostluk köprülerini kurup birbirleriyle alışveriş halinde bulunma... Nar aynı zamanda bir genç kızın doğurma özelliğini kazandığı ilk ay halinin de sembolü.

Sözün burasında altını çizerek şunu paylaşayım: Ben hiçbir zaman zeytin ağacı resmi yapmadım. Ben hiçbir zaman nar resmi yapmadım. Ben hiçbir zaman balık resmi yapmadım. Kuş resmi yapmadım. Ben zeytin ağacı ironisinin resmini yaptım. Ben nar resmi değil, narın resmini yaptım. Ben balık resmi değil, balığın resmini yaptım. Yani bu varlıkların taşıdıkları anlamın ve bu anlam boyutunun içsel ifadeleriyle yola çıktım. Dünyalarını yakalamaya çalıştım. Yani ben bir nar natürmortu yapmadım; yaşayan, içinde kadınları olan, çocukları olan insanları olan, börtü-böceği içinde taşıyan nar yaptım. Ben zeytin ağacı yapmadım, zeytin ağacının resmini yaptım. Bu nedenle zeytin ağacının dallarında eller ve gözler vardır; sözleri vardır.

Konuşmamızın başında Ayvalık’a geliş tarihimi söyledim. 1975... Peki kaç yıl geçti, geriye dönüp baktığımızda? Kırk üç yıl… Bu kırk üç yıllık yaşanmışlığın Ayvalık’a bir vefa borcu vardı. Ressam ve sanatçı olarak... Ayvalık’ı içine sindirmiş, Ayvalık’tan sayısız duygulanan bir sanatçı olarak... Yıllar sonra Belediye Başkanı Sayın Rahmi Gençer’in davetiyle buraya geldim. Burada sergilediğim resimler Ayvalık’ın penceresiydi adeta, Ayvalık’a bakan bir pencere... İçinde hep Ayvalık vardı. İçinde ölümsüz zeytin ağaçları, Cumhuriyet ağaçları vardı. İçinde zeytin ağacını yüklenip giden bir balık vardı, mübadele balığı vardı. İçinde Ayvalık kapıları vardı, mübadele kapıları vardı. Özetle 2017’de Orhan Peker Galerisi’nde açılan sergim ‘Merhaba Ayvalık’ sergisiydi. Zeytin ağacının türküsüydü. Burada olmaktan büyük bir keyif aldım. İlgiyle karşılandığını, sayısız izleyicinin bu sergiyi gördüğünü söylüyorlar. Sağ olsunlar. Ayvalık’la yaşanmışlığımın bir iz düşümüdür bu sergi.

Ölmez Ağacı Bizi İzliyor / 2018
Sırsız Ham Tabak Üzerine Yağlıboya / Çap: 30 cm

Nar Ana Yar Ana / 2018
Sırsız Ham Tabak Üzerine Yağlıboya / Çap: 30 cm

Bereket Tanrıçası Demeter ve Kedisi / 2018
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 150x45 cm

Doğanın Diyalektiği ve Zamanı Yaşamak / 2018
Tuval Üzerine Akrilik-Yağlıboya / 130x40 cm